11. Sınıf Felsefe Konuları

MS 2. Yüzyıl – MS 15. Yüzyıl Felsefesi

 

MS 2. Yüzyıl – MS 15. Yüzyıl Felsefesi

“MS 2-MS 15. yüzyıl felsefesi, Hristiyanlığın yayılmasıyla başlayan ve 7. yüzyıldan itibaren İslamiyet’in de katılmasıyla dine dayalı bir şekilde 15. yüzyıla kadar devam eden bir sürecin içindeki felsefi düşünceleri içermektedir.

Bu dönemde Hristiyan felsefesi düşünürlerinin birçoğu aynı zamanda din adamlarıdır. İslam felsefesi düşünürlerinde ise böyle keskin bir ayrım yapmak doğru değildir, çünkü İslam felsefesi hem din adamları hem de diğer düşünürler tarafından yapılmıştır.

Hristiyan Felsefesi

MS 2. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar olan dönemi kapsar. İnanç ve akıl ilişkisi temel anlayış olarak “Anlamak için inanıyorum” olarak belirtilir.

Bu dönemde felsefe teolojiye yaklaşmış, yani ilahi bilgilerin anlaşılabilir bir şekilde öğrenilmesi amaçlanmıştır.

Hristiyan felsefesinin önde gelen düşünürleri şunlardır: Clement of Alexandria, Tertullian, Augustine, Boethius, Erigena, Anselm, Aquinas, William of Ockham.

Stoa Ahlakı

MÖ 300 civarında kurulan Stoa okulu, Kurucu Zenon liderliğinde oluşmuştur ve Epictetus ile Marcus Aurelius gibi önemli filozoflarla MS 3. yüzyıla kadar Roma’da etkili olmuştur. Stoa felsefesi, özellikle ahlak alanında Hristiyan felsefesini etkilemiştir.

Stoa’ya göre doğanın kendi içsel yasaları vardır ve insan da bu doğal düzenin bir parçasıdır. İnsan, dışsal olayları değiştiremese de içsel olarak iyi seçimler yapabilme yetisine sahiptir. Stoacı anlayışa göre mutluluk, iyi seçimler yaparak elde edilir. Ahlaki davranışlar ve erdem, iyi olarak kabul edilen şeylerdir. Kötülük ise erdemden yoksunluk ve yanlış davranışlardır.

Stoacılık, insanlar arasında her türlü ayrımın reddedildiği bir düşünce sistemine sahiptir. Marcus Aurelius gibi imparator filozoflarla Epictetus gibi köle filozofları aynı okulda bulunması, bu düşüncenin eşitlik ilkesini vurguladığını gösterir. Bu eşitlik anlayışı, Hristiyanlık dinini de etkilemiştir.

Hristiyan felsefesi, Patristik ve Skolastik dönemler olarak sınıflandırılmıştır.

Patristik dönemde din adamları aynı zamanda Hristiyan filozoflarıdır ve temel amaç, inancı akılla açıklamaktır. Bu dönemin önde gelen temsilcileri Clement, Augustine ve Tertullian’dır.

Skolastik dönemde eğitim ve öğrenim artmış, din eğitimi okullar aracılığıyla yaygınlaşmıştır. Bu dönemin temsilcileri Anselm, Aquinas ve Ockham’dır.

Hristiyan felsefesinin genel özellikleri şunlardır:

  • Din merkezli düşünce yaygındır.
  • Akıl ve inanç arasındaki ilişki önemli bir konudur.
  • İnanç, bilgiyi mümkün kılar şeklinde ele alınmıştır.
  • Antik Yunan felsefesinden etkilenilmiştir.
  • Tanrı’nın varlığı kanıtlanmaya çalışılmıştır.
  • Kutsal metinlerin doğruluğu vurgulanmıştır.
  • Oluşturulan düşüncelerde dini otoriteye karşı gelinmemesi gerektiği öğretilmiştir.”

Hristiyan Felsefesi Düşünürleri

 Anselmus, Aquinas, Augustine, Tertullian, William’dır.

Anselmus: İnançla akılın birleştiği bir düşünceyi savunan Anselmus, felsefe tarihinde “anlamak için inanıyorum” sözü ile tanınır. Akıl ve inancın temellenmesini önererek, evrenin, doğanın ve varlığın anlamlandırılmasının inançla sağlanabileceğini savunmuştur. Teizmi destekleyen Anselmus’a göre, Tanrı’yı inkar etmek büyük bir eksikliği ve boşluğu kabul etmek anlamına gelir, çünkü Tanrı olmazsa birçok varlık da olmazdı.

Aquinas: Orta Çağ felsefesinin önemli figürlerinden biri olan Aquinas, Aristoteles ve Platon’un felsefi görüşlerinden etkilenmiştir. Aquinas’a göre varlıklar iki kategoriye ayrılır: zorunlu varlıklar ve zorunlu olmayan varlıklar. Tanrı zorunlu bir varlıktır ve diğer varlıklar zorunlu olmayan varlıklardır. Tanrı kendisine ihtiyaç duymazken, diğer varlıklar Tanrı’nın varlığına bağımlıdır.

Augustine: Hristiyanlığın büyük savunucusu olan Augustine, aynı zamanda yeni bir perspektif sunmuştur. Onun felsefesinde Hristiyanlık, mutluluğa ulaşmak için en iyi yol olarak kabul edilmiştir. Ruh ve beden ikiliğini vurgulayan Augustine’a göre, ruhun iyi olması durumunda beden de canlı ve dinamik olur.

Tertullian: Dogmatik değerlerin sorgulanmasının ve aklın ötesinde olanın daha önemli olduğunu savunmuştur. Afrika kökenli Tertullian, felsefeyle çatışan ve felsefeye karşı direnen filozoflardan biridir.

William of Ockham: Nominalist bir filozof olan Ockham, doğrudan Tanrı’nın varlığından bahsetmenin mümkün olmadığını belirtmiştir. Ona göre, Tanrı soyut kavramlar yoluyla ancak anlaşılabilir ve Tanrı’nın varlığı, ilahi güçlerin farkına vararak ve bunları kullanarak çıkarılabilir.

İslam Felsefesi

İslamiyet öncesinde Doğu’da (Antakya, Harran, İran ve İskenderiye gibi) kurulan okullarda Antik Yunan felsefesine ait çeviriler yapılmıştır. İslam medeniyetinin yayılması, farklı kültürlerin etkileşimini teşvik etmiş, bilim, sanat ve felsefede önemli gelişmelere neden olmuştur. Özellikle Bağdat (Beytül Hikme – Abbasiler dönemi) bu gelişmelerin merkezi olmuştur.

  1. yüzyılda başlayan İslam dini, Ortadoğu’dan geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. İslam felsefesi, Mezopotamya, Hindistan, İran, Yunan ve Türk uygarlıklarının kaynaklarını içerir. Bazı durumlarda İslam felsefesi dinin temelleriyle uyumlu olmuşken, bazen çelişmiştir. Genellikle Arapça yazılmıştır ve Müslümanlar dışında çeşitli din ve milletlerden düşünürlerin katkılarıyla oluşmuştur. İslam felsefesi, İslam kültürü ve uygarlığı çevresindeki felsefi faaliyetleri içerir.”

İslam Felsefesinin Genel Özellikleri

  • – Antik Yunan felsefesinden etkilenmiştir.
  • – Çeviri faaliyetleri gerçekleştirilmiştir. (İlk çeviriler, İran ve Hint kültüründen gelmiştir.)
  • – Akıl, iman, inanç gibi konular tartışılmıştır. Tanrının varlığını ispatlama,Tanrı’ya ulaşma, ahlakı dini temellere dayandırma, akıl ile inancı uzlaştırma çabaları görülmüştür. Aynı zamanda Batı felsefesine etki etmişlerdir.

    İslam Felsefesindeki Görüşler

    İslam dünyasında ortaya çıkan felsefi yaklaşımlar ve özellikle din anlayışları açısından farklılık gösterir. Ancak Maddeciler dışındaki tüm ekoller, genelde İslam’ın tevhid (bir Tanrı) ilkesine yakın dururlar. Bu ekoller genel olarak Tanrı, ruh, vahiy, peygamberlik, kutsal kitaplar gibi dinsel varlıkları ve kavramları kabul ederler.

    Başlıca Ekoller:

    Dehriyye (Materyalist): Adını “başlangıcı ve sonu olmayan” anlamına gelen “dehr” kelimesinden alan bu ekol, materyalist ve ateist bir görüşü temsil eder. 7. yüzyılda ortaya çıkmış olan bu anlayış, İran kültürü ve Brahmanizm inancından etkilenmiştir. Temsilcisi İbn-ür Ravendi’dir. Ona göre evren ezeli ve ebedidir. Evren ötesinde doğaüstü bir güç ve peygamberlik, din ve mucizeler gibi kavramlara inanç yoktur.

    Tabiiyye (Tabiatçı, Doğalci): İslam felsefesinde deist bir yaklaşımı savunan bu ekol, Tanrı’nın evreni yaratmış olduğunu kabul ederken, peygamberlik, vahiy, kutsal kitaplar ve mucizelere inanmaz. Kurucuları Cabir Hayyan ve Ebu Bekir Razi’dir. Bu görüşe göre insan akıl sayesinde iyi, güzel ve doğruyu keşfedebilir.

    Meşşaiyye: İslam felsefesinde en büyük etkiye sahip olan ekol olarak kabul edilir. Temsilcileri arasında El Kindi, İbn-i Rüşd, Farabi, İbn-i Sina bulunur. Bu ekol, Aristotelesçi bir anlayışı benimsemiştir. “Meşşaiyye” terimi “gezenler” anlamına gelir ve Aristoteles’in öğrencilerine açık havada ders vermesinden kaynaklanır. Bu ekole göre insan gerçeği akıl yoluyla keşfedebilir. Bu anlayış, Tanrı’nın varlığını, vahyin mümkün olduğunu ve peygamberliğin gerekli olduğunu kabul ederek din ile felsefeyi uzlaştırmaya çalışmıştır.

    İhvan-ı Safa: 10. yüzyılın ortalarında Basra merkezli olarak kurulan bu örgütün kimlerden oluştuğu ve gerçek hedeflerinin ne olduğu tam olarak bilinmez. İhvan-ı Safa, cehaletin, batıl inançların ve sapkın düşüncelerin dinin yalnızca felsefe ile temizlenebileceğini savunur. İnsanlığın kurtuluşu, huzuru ve mutluluğu ancak felsefi bir dini yaklaşım ile elde edilebilir. Harf ve sayı sembollerini kullanarak dinlerin kutsal kitaplarındaki yaratılış, ruh, şeytan, cennet ve cehennem gibi kavramları sembolik olarak anlamak gerektiğini öne sürerler. Ruh, cennet, melek gibi güçler aslında doğada bulunan varlıkların sembolleridir.

    İşrakiyye: “İşrakiyye” terimi, “güneşin doğması” ve “aydınlanma” anlamına gelir. 12. yüzyılın sonlarına doğru Şehabeddin Sühreverdi tarafından kurulan bu ekol, insanın gerçeği sezgi yoluyla bulabileceğini savunur. Akla karşı çıkan bu görüş, bilginin kaynağının ilham ve sezgi olduğunu belirtir. İşrakiyye, Aristoteles ve Meşşailik’e karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu ekolde bilginin kaynağı sezgi ve iç aydınlanmadır. İnsan, nefsi eğiterek karanlıktan aydınlığa, tasavvuf eğitimiyle geçerek hakikate ulaşabilir.”

İslami Felsefe Düşünürleri

“Hallac-ı Mansur (858 – 922)

Şeriat, tarikat, marifet, ve hikmet yollarından geçerek hakikate ulaştı. Tanrının varlığını o kadar yoğun bir şekilde hissetti ki, kendisi bu varlıkta eridi ve ‘En-el hak’ (Ben Tanrıyım) ifadesini kullandı. Tanrının veya daha genel bir ifadeyle ‘mutlak varlığın’, bireyde somut bir şekilde tezahür ettiğini ve bireyin varlığının Tanrı’nın –mutlak varlığın- içinde kaybolduğunu ifade etti. Bu düşünce ile vahdet-i vücut inancını benimsedi.

Onu, ‘Yarabbi, canımı alan bu kullarını affet. Çünkü onlar, sana bana gösterdiğin sırlardan habersizler. Senin bana gösterdiklerini göremezler, bilemezler’ sözleriyle, ölümünden önce işkenceyle katlederken bile, bu ölçüde yüce bir manevi duruşa sahipti.

Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, İbn Arabi, Pir Sultan Abdal, ve Mısri gibi düşünürler, Hallac’ın düşünceleri ve inançlarıyla etkileşime geçtiler. Onun öğretileriyle biçimlendiler. ‘Kitab-üt Tavasin’ gibi önemli bir eser bırakmasının yanı sıra, asıl önemli eseri tabii ki hayatıydı.

Farabi (870 – 950)

Adını doğduğu Türkistan’ın Farab şehrinden alan Farabi, Aristoteles, Platon, ve Zenon gibi filozofları okuyup yorumlayarak Antik Yunan felsefesinden etkilendi. Akıl, ilim, ve inanç arasında denge kurmayı amaçladı. Felsefe, matematik, fizik, ve müzikle ilgilendi. Bilimi, fizik, matematik, ve metafizik olarak üç ana bölüme ayırdı.

Onun bu bölümlendirme anlayışı, Batı’daki bilim adamları tarafından ancak 13. yüzyılda benimsendi. Sesin titreşimlerle yayıldığını ve hava gibi bir ortamın titreşimleri ilettiğini ilk o ifade etti. Akıl ve erdemin temelinde bilginin olduğunu savundu. Cevher (öz), zaman, ve mekan gibi konularda kapsamlı tezler üretti. Onun eserleri sayesinde, Tanrı’nın varlığı ve evrenin yaratılışı gibi konulara ışık tuttu.

“Hiçbir şey yoktan var olmaz ve hiçbir şey vardan yok olmaz” ifadesiyle materyalizmin özünü özetleyen kimyacı Lavoisier’den yedi asır önce, “Hiçbir şey kendiliğinden yok olmaz, eğer böyle olsaydı, var olmazdı” şeklinde ifade ederek varlık felsefesine katkıda bulundu.

Henüz dilimize çevrilmemiş olan ‘Kitabu’l-vahid ve’l-Vahde’ adlı eseri, mantık, epistemoloji, ve ontoloji üzerine düşüncelerini topladığı ve “birlik” ve “çokluk” kavramlarını ele aldığı, en önemli eserlerinden biriydi.

İbn Sina (980 – 1037)

Hekim kimliğiyle tanınan İbn Sina’ya “eş-şeyhü’r-reîs” yani “baş üstat” unvanı verildi. Felsefe, tıp, edebiyat, aritmetik, geometri, mantık, ve fizik gibi çeşitli alanlarda çalıştı. Ontoloji ve psikoloji üzerine önemli eserler verdi. Epistemoloji ve ontoloji konularına derinlemesine eğildi. Ortaçağ’ın karanlık döneminde eserleri Latince ve İbraniceye çevrildi. Elementler ve mekanik konularına dikkat çekti; Aristo’nun Hareket Teorisi’ni eleştirdi.

Fizik alanındaki çalışmaları, yeniçağ mekaniğinin temellerine öncülük etti. Pek çok konuda önemli eserler yazdı, ancak Batı ülkelerinde 16. yüzyılda ve Doğu ülkelerinde 19. yüzyılın başlarına kadar okunan ve kullanılan en büyük eseri “el-Kânûn fî’t-Tıb” (Tıp Kanunu) idi. Bu ansiklopedik eser, anatomiden cerrahi yöntemlere, ilaç yapımından tedaviye kadar çeşitli konuları kapsıyordu.

Gazzâlî (1058 – 1111)

Hayatı boyunca gerçeği aramıştır. Bu amacı uğruna felsefeyi, varlıkları, inancı, tanrıyı, aklı ve tabii ki kendisini sorgulamıştır. Hatta bazen aklını yitirme noktasına gelmiş, derin bir bunalıma girmiş ve dış dünyayla bağını kesmiştir.

Skeptik bir tutum içinde olmuş; her şeyden, hatta kendi varlığından bile kuşkulanmıştır. Yunan skeptik filozofları Protagoras ve Gorgias’ı biliyordu. Mutlak bilgiye ve hakikate ulaşma isteği zaman zaman küfre, zaman zaman da tasavvufa yaklaşmasına neden olmuştur. Kendi varlığından bile şüphe duyduğu bir noktada -tıpkı Descartes’dan yaklaşık 500 yıl önce- “Onun varlığı açıktır. Kendi varlığına dair en ufak bir kuşku yoktur. İrade ediyorum, bu yüzden varım” ifadesini kullanmıştır.

Birçok eseri Batılı düşünürler tarafından 12. yüzyıldan önce Latince’ye çevrilmiştir. Bunlardan en önemlisi “el-Munkız Mine’d-Dalâl”dir; Descartes’ın “Metot Üzerine Konuşmalar” adlı kitabıyla büyük benzerlikler içermektedir.

İbn Tufeyl (1106 – 1186)

Hekim, hukukçu ve filozoftu. Felsefe, tıp, matematik, astronomi ve edebiyat dallarında sağlam bir eğitim aldı. İbn Sina’nın önemli eserlerinden biri olan “Hikmeti Meşriki”nin devamı niteliğindeki “Hayy Bin Yakzan” adlı kitabı, İbn Bacce ve İbn Rüşd ile birlikte Endülüs’ün en büyük üç filozofundan biri olarak kabul edildi.

“Hayy bin Yakzan” adlı eseri ile “Nur” yani “aydınlanma” felsefesini anlattı. Vahiyci tanrı anlayışını yerine akıl ve sezgi ile ulaşılan tanrı fikrini koydu. 16. yüzyılda yaşanan Aydınlanma Çağı’ndan yüzyıllar önce aydınlanma felsefesini öne sürdü. İnsanın merak, keşif, kavrama ve bilgelik aşamalarından sonra hakikate ulaşabileceğini ve tanrının varlığını bu noktada hem içten, hem de aklen ispatlayabileceğini savundu.

Daniel Defoe’un “Robinson Crusoe” ve Rousseau’nun “Emile”i, Latince ve birçok Batı diline çevrilen “Hayy bin Yakzan” eseriyle büyük benzerlikler taşır. Hatta “Robinson Crusoe”da neredeyse sadece isimler değiştirilmiştir.

Feridüddin Attar (1136 – 1221)

Eczacı ve hekim olarak görev yaptı. Bir mistik deneyim sonucu varlığını fakirlere dağıtıp yollara düşmeye karar verdi. Kendini ilim, irfan ve ibadete adadı. Mevlana’nın öğrencisiydi. Eserleri Arapça, Fransızca ve İngilizce gibi dillere çevrildi.

En ünlü eseri olan “Mantıku’t-Tayr” yani “Kuşların Dili” adlı eseri, hakikati kuşların diliyle anlattığı 4724 beyitlik bir eserdir. Tasavvuf edebiyatının temel taşıdır. “Mantıku’t-Tayr”da vahdet-i vücud inancını alegorik bir biçim

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Bize destek olmak için lütfen reklam engelleyicini kapat :(